384 s, Türkçe.
“Dağın karanlık, olumsuz, korkutucu bir görünüşü var. Tezahürleri kimi zaman bizi dehşete düşürür… Dağ istikrardır, güçtür, erktir… Dikeylik idealinin canlı tezahürüdür... Dağın verdiği en önemli ders, ölümün bir başlangıç olduğudur.” İnsanlık tarihi boyunca dağlar göklerle ve metafizikle ilişkide bazen aracı bazen de bizatihi bu ilişkinin tecessümü oldu: Tanrıların meskeni olan Olympus; Şiva’nın yogi pozisyonunda oturduğu Kailasa Dağı; Çin’de göksel imparatorun ikamet ettiği en ünlü efsanevi dağ Kunlun; Türklerin çıktığı Ötüken; İbrahimî dinlerin dağları… Doğu’da olduğu gibi Batı’da da insanlar dağları tanrılar ve şeytanlarla doldurmuşlardır. Zamanın başlangıcından beri dağlar saygı görmüş, mukaddes bilinmiş, kutsalın sınırında durmuştur. Kimi halklar dağları dünyanın merkezi, diğerleri ise Cennet ve Dünya arasındaki iletişim noktası olarak görmüştür. Kimileri cenneti orada bulmuş, kimileri canavarlar ve muhteşem hayvanların doğaüstü diyarlar olarak düşlemiştir. Dağlar büyük tek tanrılı dinlerin kalbinde yer alır: Tanrı Hz. Musa’ya Yasa tabletlerini Sina’da vermiştir, Hz. İsa Golgota’da ölmüş ve dirilmiştir ve Baş Melek Cebrail Hz. Muhammed’e Cebel-i Nur’da görünmüş ve ondan ilahi sözü yaymasını istemiştir. Dağ her zaman büyülemiş ama aynı zamanda korkutmuştur ve kutsal olan her şeyde bulunan bu kararsızlık, içinde şaşırtıcı arketipler keşfettiğimiz sayısız mitolojiyi beslemiştir. Bu kitap bizi dağlarla ilgili asırlık inançları, mitleri, halk geleneklerini ve batıl inançları keşfetmeye davet ediyor.