503 s, s/b resimler Türkçe.
Her çocuk gibi bir zamanlar kendi sade ve masumane dünyasının içine çekilmiş yaşarken, daha erken yaşta biz anne babasının mesleği gereği hayal dünyasına girerek veya oldubittiler yaratılarak, kendisine hiçbir şey ifade etmeyen taş ve toprak yığını harabeleri gezdirdiğimiz, gösterdiğimiz her toprak ve taş yığınını hayalindeki peri masallarına ve prens ve prenses şato ve saraylarına çevirmeye zorlanan sevgili kızım Çiğdem Nur Ünal’a, kim olduğunu ve bu kitabın doğmasındaki tetikleyici etkisini aşağıda açıklayacağım Nida Helin Çaylar’a, dijital dünya, sanallık, fantezi, mekanik, biyonik ve elektronik oyunlar dışında kalan her türden realiteye, biyonik değil biyolojik, et kemik ve ruh sahibi olanların üstün bastığı kültürel değer ve etkinliklere hasret, hiç farkında olmadan, en süper bilgisayarları bile gölgede bırakan esnek insan beynini yok sayarak robotlaştıran sinsi bilgisayar ve cep telefonu oyunlarının çaresiz tutsağı, rehinesi ve kurbanı nice isimsiz yetişkin ve çocuğa, bunun yanında direnmesini bilen, ruhları çocuksu ve saf kalmayı başarmış (bunun ne anlam taşıdığını da aşağıda açıklayacağım), hiç değilse sadece düzmece tarihe değil, geçmiş zamanların gerçeklerini buzlu camlar arkasında bulanıklaştırarak da olsa, alegori, cinas, taşlama, deyiş, hiciv, dil oyunları ve semboller aracılığıyla yansıtan mit, efsane, destan ve masallara da canıgönülden inanan, onları bağrına basan, ayrıcalıklı bir konum tanıyan, zaman ayırarak ve nefes tutarak okuyan, dinleyen, kıssadan hisse ders çıkaran, çapraşık ruh dünyalarını onların envaiçeşit meyveleriyle doyasıya, kanasıya besleyen, sayıları her geçen gün artan çocuklukları yitirilmiş insanlara; geç kalıp pişman olan, yazıklar olsun, eyvah diyenlere veya bir başka biçimde geriye dönüp yitik geçmişlerini yeniden yaşamak isteyenlere ve en önemlisi Ullikummi Destanı’nı ifade gücü çok daha yüksek Hurri dilinde yazılmış veya sözlü olarak aktarılmış aslından, salt sözcük dağarcığı açısından bile edebi olanakları aşırı derecede sınırlı hedef dil Hiti tçeye çevirirken, en başta büyük üstat, baş kâtip, dilbilgini, edebiyatçı, politikacı, asker, idareci, doktor, büyücü, adı üstünde ta Mitanni ülkesinden kalkıp uygarlığın kenarında kalmış o vahşi ve her yönüyle haşin dağ kenti Hattuşa’ ya gelerek bilim ve edebiyat elçiliği yapmış Mitannamuva olmak üzere, yaşam ve eylemlerini ana dilleri Hititçenin ifade gücünü sadece insana layık, insana nasip olan biçimde ulvi değerleri katarak geliştirme, âlemin en çaparız canlısı insanın biyolojik, fikrî ve ruhani yaşamını, düşünce sistemini, ideallerini, başka türlü ifade etmekte zorlandığı kolektif arzularını anlatma ve kurgulama yönünde değil de, anlamsız yere vurup kırmaktan ve deryalar kadar kan akıtmaktan oluşan savaşların gene anlamsız yere anlatımına ve kuru bürokrasiyi esas alarak ayarlayan, insanın ruhunu ve tinselliğini göz ardı ederek ona teknik bir cihazmış gibi bakan idareci zümrenin emrinde çalıştıklarından, sadece yalap çalap tercüme edebilen ve gene de söylenceleri derleyip ilk kez yazıya geçirerek unutulmayıp bize kadar ulaşmasını sağlayan, Mısırlıların dedikleri gibi mesleklerini “ana- larından çok daha fazla seven” nice Hitit, Mısır, Sümer, Akad, Hurri ve Hattili kâtiplerin anısına ithaf ederim. Şayet burada genişletilerek, ama özüne bağlı kalarak yeniden kurgulanan ve anlatılan Keşşi Masalı, Kumarbi Efsanesi ve her türlü duygu ve duygusallıktan yoksun Kumarbi ve Taş Yaratık Perunaşe- na’nın oğlu Ullikummi’nin her türlü insanlık, insaf ve adaletten yoksun tanrı-
sal ve beşerî düzeni izole etme çabalarını ve daha nice eserleri Hurricesinden Hititçeye çeviren isimsiz dâhi ve bilgelerin kim olduklarından kesinlikle emin olabilseydim, kitabın yazarı olarak yalnızca onların adlarını koyar ve içtenlikle söylüyorum, kendi adımı “Türkçeye çeviren, yeni yorumlarla genişleten ve yayına hazırlayan kişi” olarak bırakırdım!