Bu kitap yüzlerce sene oturdukları topraklardan zorla sürülüp çıkarılan insanların hikayesidir. Göçmenlere, sürgünlere, düşünce, ırk, ya da inanç farklılığından dolayı vatanlarından çıkıp gitmeğe zorlananlara karşı bütün hayatımca sempati duymuşumdur. Belki Balkan savaşında anamın ve babamın ailelerinin göçmen oluşundan. Belki de üniversite yıllarımda Yahudi oldukları için, Katolik oldukları için veya sadece Naziliği kabul etmedikleri için Türkiye'ye sığınan ve İstanbul üniversitesinde benim gibi yüzlerce talebe yetiştiren sevdiğim, hürmet ettiğim vatanlarından kovulan Alman hocalarımdan dinlediklerimin tesiri altında kaldığımdan. Ve, belki değil mutlaka, mesleğimin ilk basamaklarında iken tanıdığım, sevdiğim, hürmet ettiğim, Franco faşizminden kaçan, her biri kendi dalında bir otorite olan, aralarında Nobel mükafatı kazanan İspanyol profesörleriyle vatana hasret kalmanın acısını paylaştığımdan.
Osmanlı-Türk tarihi aynı zamanda bir hoşgörü tarihidir. Tarihin muhtelif devrelerinde hem Osmanlı İmparatorluğu, hem de Türkiye Cumhuriyeti kendine sığınanları kollarını açarak kabul etmiştir. İngiltere'de Yahudilerin sinagoglarda topyekun yakılmalarına, İspanya'daki engizisyona, Rusya'daki, Polonya'daki Yahudi köylerinin sırf eğlence olsun diye yakılıp, halkının kılıçtan geçirildiği pogromlara, Nazilerin ölüm kamplarına karşın hem Osmanlı Devletinde hem de Türkiye Cumhuriyetinde azınlıklara bir devlet politikası olarak hiç bir zaman haince davranılmadığından daima iftihar ettim. Yahudi aleyhtarlığı, Dönme aleyhtarlığı yok diyemeyiz Türkiye'de. Yazılanlar var, söylenenler var. Fakat bütün bunlar daima şahsi kalmış, Devlet bu tutumlardan daima kaçınmıştır. Siyasi haklarına, bütün Türk vatandaşları gibi, sahip olan Yahudiler, Türk Yahudileri 1877'de ilk kurulan meşrutiyet meclisine altı milletvekili ve bir Ayan meclisi üyesi ile,1908 de toplanan ikinci meşrutiyet meclisine de beş milletvekili ve bir ayan meclisi üyesi ile iştirak etmişlerdir. Cumhuriyet devrindeki Türkiye Büyük Millet meclisindeki Yahudi millet vekilleri cemaatlerinin değil, seçildikleri illerin temsilcileri oldular.
Yalnız tek bir defa 1942 yılında yanlış bir karar, 'varlık vergisi' kararı, Cumhuriyet Türkiye'sine leke getirdi. Enflasyonu önleyebilmek için bir defaya mahsus olmak üzere fevkalade bir vergi toplandı. Fakat bu verginin toplanmasında adalet yoktu. Azınlıklar, Yahudi olsun, Rum ya da Ermeni olsun, Türklere nispetle daha fazla vergiye tabi oldular. Vergiye itiraz da yoktu. Yanlış bir karar, yanlış bir uygulama. Cumhuriyet idaresi tarihinde bir tek kara nokta. Yoksa Türk ezileni ezmez.
Ne yazık ki tarih sahnesinde değişen çok az. Ben Naum yerine Avrupa Yahudilerini, Pakistan'dan Hindistan'a, Hindistan'dan Pakistan'a dinleri farklı olduğu için zorla göç ettirilenleri, Hutu ile Tutsi'leri, Zimbabwe'den sırf beyaz oldukları için hicret etmeye mecbur edilenleri, Afrika'dan Yeni Dünya'ya getirilen siyahları, Sırpların öldürdüğü Bosnalı Müslümanları koy, göreceksin ki aradaki fark çok az. Burada anlatılan hikaye ne İsa, ne Musa ne de Sabatay hikayesidir; sadece ezenlerle ezilenlerin hikayesi. Fikir ayrılığı, iman ayrılığı, ırk farklılığı yolunda dışlayanlarla dışlananların, ölenlerle öldürülenlerin hikayesi.
208 s, s/b resimler, Türkçe