Sarı Defter Dizisi
448 s, s/b resimler, Türkçe.
Bir akşamüstü Refik Tezel telefonla beni aradı ve "Hadi
bakalım, Önsözü yaz, kitabı bitirdim" dedi. Sesinde açık
olarak sevinç ve gurur vardı. O tarihlerde Refik Amsterdam'da
oturuyordu; bense Paris'te. Ama Parti görevim nedeniyle sık
sık Amsterdam'a gider, en çok onlarda kalırdım. Uzun uzun
konuşurduk. Telefonla da oldukça sık konuşurduk. Her
konuşmamızda sözü döndürüp dolaştırıp o sıralarda kitabında
işlemekte olduğu konulara getirdiğini anlamak zor olmazdı.
Refik'i tanıyanlar bilir. O görüşlerini ikircimsiz bir ifade
tarzı ile öne süren bir yapıya sahipti. Uzun süren
konuşmalarımızda açıkça dile getirmese de "Böyle de böyle!"
havasını yumuşattığı olurdu. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra
ve onun vefatı ile konuları bir kere bile tekrar ele alma
imkânı ortadan kalktığı için, en çok neleri konuşurduk,
nelerin detaylarına derinlemesine inerdik, tabii ki
hatırlamıyorum. İnsan biraz ısrarlı olarak düşünse elbette
bulur. Ama her konuşmamızda sözü işçi sınıfının artık "KENDİSİ
İÇİN SINIF" olduğuna getirirdi. TİP dönemini de "KENDİLİĞİNDEN
SINIF" aşaması olarak değerlendirirdi. Bundan çıkardığı sonuç
ise bu tarihsel aşamanın gereği olarak artık "İŞÇİ SINIFININ
İKTİDARI" sadece mümkün değil, ayni zamanda kaçınılmazdı. Bu
gün Parti'nin önünde duran görev tam da buydu.
İstediği Önsözü galiba aynı gün telefonla iletmiştim. Kitap
baskıya hazırlanırken Erden benden Önsöz yazmamı isteyince ta
o zamanlar Refik'in isteği üzerine yazdığımı söylemiştim.
Geçenlerde Ersin aradı ve o zamanlar yazdığım önsözü
bulamadıklarını, yeniden yazmamı istedi. O eski Önsöz bir
yerlerden çıksa ne iyi olurdu! Bakalım o günkü bilgi ve
birikimle neler yazmışım.
İşin bir başka yanı, Refik'in kitabını o gün okumamıştım. Bu
gün de okumuş değilim. Bu yüzden kitap hakkında fazla bir şey
söylemem doğru olmaz.
Refik'i ATILIM yıllarında tanıdım. ALİAĞA Rafinerisi'nde
çalışıyordu. İşçiler arasında saygın bir yeri vardı. Yakından
tanıdıkça çevresine kendisini kabul ettiren bir kişiliği
olduğunu gördüm. Sivrilmeyi istiyor ve bunu beceriyordu... Bir
gün acele benimle görüşmek istediğini söyledi. Henüz TKP üyesi
değildi. Kale arkasında bir kahvede oturduk. GSB
konferansından geldiğini ve benimle bu görüşmeyi yapmakla
görevli olduğunu söyledi. (Bence GSB'nin bu konferansının
Türkiye Komünist Hareketi içinde çok önemli yeri var. Çok da
anlamlı. Bununla Komünist hareket çok önemli güç ve ivme
kazandı. Ama olay, hareketimize yaptığı katkı ve vurguyu
aydınlatacak ölçüde işlenmiş değil. Komünist hareket
Konferansın aktörlerinden bunu beklemekte.) Konferansta
GSB'nin kendini feshederek üyelerini TKP'ye yönlendirme kararı
aldığını söyledi. GSB'nin hemen hemen böyle bir karar
alacağını biliyorduk. Bana bunu M. Ali Tazedal'ın değil de
Refik'in iletmesi bana ilginç gelmişti. Neyse... Bu haberi
derhal, o günlerdeki deyimle ve aslında bir gerçeği yansıtan
"YUKARI"ya bildirdim. Sonrası çok hızlı gelişti, örgütlü
mücadelede birikime sahip bu genç, yiğit arkadaşlar, gurup
olarak değil, tek tek TKP saflarına kazanıldılar. Refik işçi
olmaktan gurur duyan bir kişiliğe sahipti. Üyelik başvurusunda
"4 göbek işçiyim" diye yazmıştı. İzmir'de TKP yönetim
komiteleri yeniden oluşturulurken ilk önce hep o akla geldi.
İl ve Yöre Komitelerinde çalıştı; bu Komitelerin
sekreterliklerini yaptı. Moskova'da bulunan parti okulunda
eğitime gitti. Tariş olaylarında, Rafineri'nin
durdurulmasında, pek çok yasal ve yasa dışı eylemde rol aldı.
Plânladı. Yönetti. Yaptığı işe heyecanla sarılır, eyleme
orijinal ayrıntılar katmayı severdi. Tariş olayları esnasında
BMC'den başlayıp işçileri sırasıyla fabrikalardan çıkararak
direnişi merkezi bir eyleme yükseltme projesini dakikalara
inen detaylarına kadar kâğıda döktüğünü hatırlıyorum. İzmir'e
tutkuyla bağlıydı. 12 Eylül darbecileri üstümüze üstümüze
geliyordu. Belli oldu ki kadroları oldukları yerde korumak
imkânsız. "Yukarı"dan bulunduğumuz yörelerden başka yerlere
gitme talimatı geldiğinde Refik buna karşı adeta direndi.
"Balıkesir'den ileri gitmem" dedi. Ama tehlike büyüktü.
Sonunda İzmir'den çıkma işini orijinal bir olayla kamufle
etmeyi planladı. O sıralarda yanlış hatırlamıyorsam bir
Karşıyaka-Göztepe futbol maçı vardı. O yıllarda bu iki takımın
maçı İzmir'de olay olurdu. (Refik koyu bir Karşıyaka
taraftarıydı.) Refik'in planına göre, bu maçı seyretmek üzere
çevre illerden de çok gelen olacak ve maçı seyrettikten sonra
bunların arasına karışarak hiç bir engele takılmadan İzmir
dışına çıkılabilecekti. Öyle de yaptı.
12 Eylül darbecilerinin azgın saldırıları gittikçe artıyordu.
Ve Refik de Parti kararı ile yurt dışına çıktı. Ama o yıllarda
da Refik hep İzmir'de yaşıyordu. Bir gün evde oturduğumuz bir
sırada "gel dedi, sahilde biraz dolaşalım." Kendini
Karşıyaka'da sayıyordu.
Aradan 20 yıl geçmiş!.. Yoldaşımın anısı önünde saygıyla
eğiliyorum.
-Cemal Kıral-
(Tanıtım Bülteninden)